Sosyal Medya

Güncel

İsmail Kılıçarslan: Meseleyi “evveline götürerek bugüne getirmek”

Yeni Şafak Yazarı İsmail Kılıçarslan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile başlayan "İslam'da Güncelleme" tartışmalarını etimolojik yönden ele aldı.



İsmail Kılıçarslan, İslam'da Güncelleme tartışmalarında tecdit, yenileme ve reform kelimlerin ne anlama geldiğini bunların hangi ölçülerle belirleyici olduğunu kendine has yorumu ile kaleme aldı.

Yazının Tamamı

Ä°lk kelimemiz “ihyâ” olsun. Hayatla ilgili bir kelime ihyâ… Diriltmek, yeniden canlandırmak demek ilk anlamıyla… Kavramsal olaraksa “iyi duruma getirmek, canlandırmak, geliÅŸtirmek, güçlendirmek” gibi anlamlara geliyor. Böylelikle mesela Ä°mam Gazali Hazretlerinin “Ä°hyâ’u Ulumi’d-Din” isimli eseri Türkçeye “dini ilimlerin yeniden diriltilmesi, canlandırılması, güçlendirilmesi, iyi duruma getirilmesi” olarak çevrilebilir.

Ä°hyâ’u Ulumi’d-Din eseri, kendisine verdiÄŸi isimden anlıyoruz ki bir ön kabulden hareket etmektedir. O ön kabul, dini ilimlerin zayıfladığı, tavsadığı, kullanılamaz duruma geldiÄŸi ön kabulüdür. Aksi takdirde “ihyâ” gibi, anlamı son derece net bir kelimeyi niçin seçsin Ä°mam Gazali?

Gelelim ikinci kelimeye. Ä°kinci kelimemiz “tecdid.” DoÄŸrudan “cedid” yani “yeni” kelimesiyle ilgili. Nizam-ı cedid dediÄŸimizde mesela “yeni düzen” demiÅŸ oluyoruz. Tecdid ise “yenilenme ve yenileme” demek. Aynı zamanda, tıpkı “ihyâ” gibi bir dini kavram tecdid... Ebu Davut’un naklettiÄŸi bir hadiste Efendimiz(sav)’in “Allah, her devirde bu ümmete bir yenileyici gönderecektir” dediÄŸi rivayet edilmektedir.

Gelelim üçüncü kelimeye. Üçüncü kelimemiz “reform.” Dilimize Fransızcadan girmiÅŸ. Yeniden biçimlendirmek, yeniden ÅŸekil vermek, yeniden düzenlemek manasına geliyor. Dikkat isterim. Reform, yani yeniden biçimlendirmek, felsefi manada “mutlak evrimci” bir kavram olarak kabul edilegelir. Yani önceki formun yetersiz, kifayetsiz, eksik olduÄŸu ön kabulüyle hareket ederek yapılan ÅŸeyin adıdır reform.

“Bu üç kelimenin anlamlarını bize niye verdin ÅŸimdi?” diyecekseniz demeyin. Hatta meseleyi biraz daha karıştırmama müsaade edin.

Elimizde bin yıllık bir masa olsun. Yapıldığı dönem için son derece kıymetli olduğu için kendisinden sonraki dönemler için de kıymetini aynıyla muhafaza eden bir masa olsun bu hatta. Zaman, acımasız bir değirmendir. Doğal olarak masa zamanla yıpranır, tozlanır, hatta paslanır. Bu yıpranma, zamanla masanın taşıma, taşınma, servis ve benzeri hususiyetlerini de zorlar doğal olarak.

EÄŸer tecdid ve ihyâ fikrine inanıyorsanız, masanın kıymetini asla kaybetmemesi ön ÅŸartınız olur. Onu tozdan, kirden, pastan, yıpranmadan koruyacak ve “orijinal” haline döndürecek bir “yenilenme” planıyla koyulursunuz iÅŸe. Yine dikkat isterim: Masayı “orijinal haline getirmek”ten kasıt, tıpkı yapıldığı ilk günkü gibi üzerindeki her türlü yükü taşımasını saÄŸlamaktır. Tıpkı yapıldığı ilk günkü parlaklığına ulaÅŸtırmaktır. Yani diriltmek, yenilemek, masaya ait her unsurun yerli yerinde olmasını saÄŸlamaktır.

Reforma inanıyorsanız ön kabulünüz “masanın yapımında bir eksik, bir hata, bir yanlış, bir yetersizlik” olduÄŸudur. Böyle olunca masaya uygulayacağınız reform fikri “masanın yeniden biçimlendirilmesini” saÄŸlar. Belki yük taşıma kabiliyeti artar, belki daha parlak, daha süslü görünür ama sonunda ortaya çıkan ÅŸey o ilk masa deÄŸildir. Tamamen bir baÅŸka masaya sahip olmuÅŸsunuz demektir günün sonunda.

Meseleyi nereye getireceÄŸim malumdur. Bugün Ä°slâm dünyasının “din dili” üzerinden sıkıştığı aralık ÅŸudur: Masaya bakıp onu dört tane odun parçası zanneden Vahhabi söylemle “bu masa yetersiz” diyen reformcu söylem. Bu iki söylemin yanına bir de masanın aslında bir uçan masa olduÄŸunu söyleyen, masayı uçuranın da kendisi olduÄŸunu iddia eden masalcılığı koyarsak iÅŸ iyice içinden çıkılmaz bir hal alır.

Çıkış nerededir peki? ÇeÅŸitli kereler yazmıştım, yine yazayım. Bence çıkış Ä°mam Maturidi’nin ve devamcılarının sistemleÅŸtirdiÄŸi tecdid ve ihyâ dilidir. Meseleyi “evveline götürerek bugüne getirmek” diyorum ben buna. KarşılaÅŸtığımız bütün meseleleri “kaynakla güncellemek, yenilemek, diriltmek.”

Bugün kendisine “Ehlisünnet” diyen kimilerinin Vahhabi, kimilerinin masalcı, kimilerinin de reformcu olduÄŸunu söylemeye bilmem gerek var mı? Bu üç yaklaşım da bize bir gram mesafe aldırmıyor.

Aklı devre dışı bırakmanın da, aklı mutlaklaştırmanın da önüne geçen bir din diliyle mümkündür ancak diriliş. Aksi halde bir yandan sosyal olanı, kültürel olanı, arızi olanı değişmez olandan ayırabilecek bir zihne ulaşamayacağız; bir yandan da sosyal olanla, kültürel olanla, arızi olanla barışamayacağız da bir yandan.

Åžu kadarını da söylemezsem olmaz. Birbirleriyle kavga eder gibi görünen reformcular da, Vahhabiler de, masalcılar da aslında aynı lacivertin tonlarıdır. Bize yaptıkları asıl kötülük ise bizi “düşünemez hale getirmek”tir.

 

Ömer Lekesiz AÄŸabey’den ödünç alarak söyleyeyim: Asansörde halvet fetvasını merkeze yerleÅŸtirmek de, bu fetvayı küçümsemek de, asansörün ÅŸeyhinin kerametiyle çalıştığını düşünmek de asıl sorunun, yani asansörün gözden kaçmasını saÄŸlamaktadır. Bunu uzun uzun düşünmek zorundayız.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.